Deprem Gerçeği, Adalet Hayali
Türkiye, depremlerle yaşamasını öğrenememiş bir ülke. Deprem, bizim için değişmeyen bir gerçek; adalet ise ne yazık ki hâlâ ulaşamadığımız bir hayal. Her sarsıntının ardından yalnızca şehirler değil, hukuka olan güven de enkaz altında kalıyor.
Oysa hukukun temel amacı, zarar doğmadan önce önleyici mekanizmalarla toplumu korumaktır. Deprem gibi öngörülebilir riskler karşısında alınmayan önlemler, hukuk düzeni içinde yalnızca idari bir eksiklik değil, ihmali suç kapsamına girer.
Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanmasını, 22. maddesi ise ihmali davranışlarla işlenen suçları düzenlemektedir. Bu kapsamda, ruhsatsız ya da mevzuata aykırı yapılaşmalara göz yuman, yapı denetimi görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerinin de doğrudan cezai sorumluluğu bulunmaktadır.
Ancak uygulamada, cezai süreçlerin genellikle yalnızca müteahhitler üzerinde yoğunlaşması, sistemdeki gerçek sorumluluk zincirinin adil şekilde sorgulanmasını engellemektedir.
Öte yandan, imar affı gibi düzenlemelerle hukuka aykırı yapıların meşrulaştırılması, cezasızlık algısını derinleştirmiştir. Anayasa’nın 125. maddesi idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararlara karşı yargı yolunu açık tutarken, özellikle afet sonrası süreçlerde mağdurların hak arama imkanlarının fiilen kısıtlandığı da bir gerçektir.
Deprem sonrası açılan soruşturmalarda, suçların yalnızca ” taksir” kapsamında değerlendirilmesi ve ağır ihmalin gerektiği gibi dikkate alınmaması, adalet duygusunu zedelemektedir. Gerçekte, kamu gücünü kullananlar ile mesleki sorumluluğu bulunan kişilerin, bu görevlerini ihmal etmeleri halinde “bilinçli taksir” hatta ağır sonuçlar doğmuşsa “kasten öldürme” suçlamasıyla yargılanmaları gerektiği yönünde ciddi doktriner tartışmalar mevcuttur.
Bu nedenle sadece ceza hukukunun değil, idare hukuku ve özel hukuk sorumluluğunun da etkin biçimde işletilmesi gerekmektedir. Zira yalnızca cezalandırma değil, zarar görenlerin tazmini ve tekrarının önlenmesi de hukukun asli görevlerindendir.
Sonuç olarak, deprem kuşkusuz doğa olaylarının kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ancak kayıpların büyümesi; tedbirsizlik, ihmal ve cezasızlık kültürünün bir sonucudur. Hukuk; kağıt üzerinde kalan mevzuatla değil, gerçek sorumluların adil şekilde yargılandığı, zararların etkin şekilde tazmin edildiği bir sistemle işlevselleşir.